8 Aralık 2012 Cumartesi

Türkçe, Dil Bayrağım! Türkçem!

Türkçe, Dil Bayrağım! Türkçem!
06 Şubat 2011 - Türkçemiz
“Bir pınar gibidir akışın senin
Duymaya doyamam güzel Türkçemiz
Seni sevenlerce yükselir yerin
Dünyayı yaşatan güzel Türkçemiz”
Bir şiirimden dizelerle söze başlamak istedim.
En önemli özelliğimiz, kimliğimizin temel taşı olan, bizi biz yapan özelliğimiz Türkçemiz üzerine yazdım bu yazıyı. Soruyorum sizlere: “Ülkemiz üzerine dönen dolapların neredeyse hemen hepsi dilimiz üzerine değil mi?..” “Neden dilimiz hedefte?”” Türkçemiz niye ihmal ettirildi yıllardır?“ „ Nasıl bu kadar Türkçe bilmeyen gençler yetişti?“Halkımızın bir bölümüne dilimiz neden bilerek isteyerek öğretilmedi veya öğrettirilmedi? „Okumuşlarımızın çoğu Türkçemize nasıl sırt döndüler?““ Bu internet Türkçesi nasıl oluştu? Sesli-sesiz harflerimizin noktalı veya noktasız olanları nasıl yok sayıldı bilgisayar yazımında?“
Aslında bu konu bizim en önemli konumuz olmalı.Her gün üzerinde konuşulmalı. Diline sahip çıkmak, bir ülke için “Olmak ya da olmamak” değil midir ?”
Türkçemiz! Dil bayrağımız!
Dil bayrağımızı bizler atalarımızın elinden emanet aldık, bu günlere getirdik…Dilimizden bir an bile düşürmedik onu, gönlümüzdeki tahttan indirmedik…Ben öğretmenim. Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu bir “Atatürk Cumhuriyeti” öğretmeni.
Ömrümüz dilimizi sevmekle, onu öğrenmekle, öğretmekle geçti…
Okula başladığımız yılları şöyle bir düşünelim:
Zaman durmuyor, oysa daha dün gibi, okula başlamamız, dilimizle okul sıralarında ilk kez kucaklaşmamız…  Kitaplarda buluşmamız, yeni ufuklara yelken açmamız…Başka dillerle tanışmamız bu arada…Başka dillerle Türkçemizi kıyaslamak imkânı bularak şaşkınlığa düşmemiz…Bizim dilimiz demek ki bu kadar güzelmiş, bu kadar akıcıymış, bu kadar bizimmiş, kanımızmış, canımızmış dememiz…
O zamanlar orta öğretimde başlardı yabancı dil dersleri. Üç dil öğrenilirdi: İngilizce, Fransızca ve Almanca. Seçmeli derslerdi bunlar. Birini seçerdin.
Çocukluktan gençliğe geçiş yıllarımızda tanışmıştık yabancı dillerle yani…
Onu diğer dillerle kıyaslama şansımız olunca , hele hele bizim gibi gurbetliğin ne olduğunu, dilinden ayrı kalmanın ne demek olduğunu yaşayarak görünce de, artık iflâh olmaz bir Türkçe sevdalısı olunuyor ister istemez….
Ömrümüzü dilimizi sevmekle, dilimizi öğretmekle, “Dilimiz kimliğimizdir!” sözünü belletmekle geçirmişiz…Ben ve benim gibi Türk öğretmenleri…
Bizler nasıl zamanında dil bayrağımızı teslim aldıysak, şimdi de bu dil bayrağımızı aldığımız güzellikte, belki daha da güzelleştirmiş olarak teslim etmeliyiz değil mi?.. Dilimizi bizim kadar sevenlere, bizim kadar dilimizin sevdalısı olan genç kuşaklara…
İşte burada duraksıyorum birden…Dilimizi emanet edeceğimiz gençlik nerede? Böyle bir gençlik yetiştirebildik mi? diyorum.
Gençliği bırakın, yetişkinlerimiz, orta yaşlılarımız, yaşlılarımız Türkçemize sahip olabildiler mi? Türkçeyi ne kadar biliyorlar? Yazımını, söylemesini, okumasını…Kurallarını, inceliklerini, ezgisini, seslerini…En önemlisi ona saygı gösteriyorlar mı?
Böyle olmasa, dilini mükemmel bir şekilde öğrense, en önemlisi onu sevmeyi bilse, Cumhuriyet okullarında adam olan bazı sözde aydınlarımız bölücü hain maşalarla birlik olup, onu terketmeyi öksüz bırakmayı düşünebilirler miydi?
Bölücü hainliğe karşı sessiz kalırlar mıydı? Böyle düşünenlere güçlü bir sesle karşı çıkılmaz mıydı, suskun ve boynu bükük beklemek yerine… Yıllar önce dinlemiştim. Bir dil bilimcimiz verdiği konferansta şöyle bir iddiada bulunmuştu: “Biz milletimize Türkçeyi doğru dürüst öğretemedik. Ben dilimi biliyorum, dilimi mükemmel kullanıyorum, hiç hata yapmadan yazabiliyorum diyenler de yanılıyorlar!” deyip, şöyle devam etmişti:
“Haklı olup olmadığımı denemek ister miydiniz? Çıkarın kâğıdı kalemi, söyleyeceğim şu metni yazın. Şimdi burada yazma imkânı olmayan da kendini evde denesin, bu yazıyı bir başkasına okutsun ve yazsın. Bu denemeyi ben pek çok üniversitemizde yaptım. Emin olun, bir kişi bile, yanlışım yok, ben doğru yazdım diyemedi…”
Noktalama işaretlerini söylemeden, yazdıracağı parçayı okudu sonra.
Yazdırdığı metin de öyle sıradan bir yazı değil, pek çoğumuzun ezbere bildiği Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ydi.
Başlangıç kısmı. İlk paragrafı ve ikinci pragrafın bir kısmı.
Aynı denemeyi , ben de daha sonra derslerimde lise bitirme yaşlarındaki gençlerimizle yaptım. Öğretmen arkadaşlarla denedik, toplantılarda değişik meslekteki insanlarımıza denettim… Sonuç nasıl mıydı? Sormayın, siz de kendi kendinizi ve yakınlarınızdaki insanları deneyin, görün… Bir dil bu kadar mı yanlış yazılır, yazımı, kuralları bilinmez, öksüz bırakılır, kuralları belli edilmez, kapanın eline bırakılır, sahip çıkılmaz, şaşırıp kalacaksınız…
En çok da bu işi meslek edinenlerin durumuna şaşırıyorum.
Gazetelerde yazı yazanlar, haber yazanlar dilimizi en iyi bilenler olmalı diyeceksiniz belki. Ne gezer… En basit dil kurallarından habersiz kişileri buralara doldurmuşlar. Özellikle internet gazeteleri bu perişanlıkta başı çekiyor.
Bir gün en ünlü haber sitelerinden birinden haber kopyalıyorum. Haberde Almanca gazete adı geçiyor. Acaba bu yabancı kelime doğru mu yazılmış diye sözlüğü açıp baktım. Doğru yazılmış. Sonra yazıyı dikkatlice okuduğum da gördüm ki, bu yabancı kelimeler doğru yazılmış ama yazıda geçen Türkçe kelimeler, dökülüyor. Her iki kelimeden biri yanlış yazılmış. Büyük küçük yazımı yanlış. Noktalama işaretlerinin kullanımı yanlış…İfade yanlışı var. Özne yüklem uyumsuzluğu var…
Bazı ünlü yazarlarımıza son yıllarda noktalı virgül kullanma hastalığı bulaşmış. Çok nadir kullanılan ve virgül işaretinin görevi gibi görev yapan bu işaret maskaraya çevrilmiş. Olur olmaz her yerde kullanılıyor…
Bu işareti bir kez daha hatırlayalım: Yapı bakımından bağımsız, ama anlam yönünden birbirine bağlantılı bağımsız cümleleri bağlamada, virgülle sıralanan adların bir genel ada bağlanmasında kullanılır bu işaret. Virgül işareti de aynı görevi gördüğünden öyle zırt pırt kullanılmaz. Ya o iki nokta? İki nokta yanyana işareti?
Böyle bir işareti de ilk kez bu son yıllarda farkediyorum. Bugüne dek gizlenmiş de yeni ortaya çıkmış anlaşılan (!) Yine bazı büyük yazarlar bu iki nokta yanyana işaretini ısrarla kullanıyor. Dünyada olmayan bir işaret bulmuşlar! Bari oldu olacak patentini de alıversinler bu arada… Ünlem işaretinden önce üç nokta yanyana kullanan da var. Üç veya daha fazla ünlem işaretini, soru işaretini yanyana kullanan da…
At atabildiğin kadar…Meydan boş ya…
Bu yanlışlar yine iyi. Büyük küçük yazımımız tam bir felâket!
İnceltme işaretimizin hali daha da beter… Bir kaldırıldı deniyor bazı kelimeler için, bir hepsi kaldırıldı deniyor…Bir kullanılıyor, bir kullanılmıyor bu işaret…
Kim canı ne istiyorsa onu yapıyor! Kesme işareti de öyle! Özel isimlerin yazımı da öyle…
Yabancı dillerde isimlerin hepsi büyük harfle yazılıyor ya, o kuralı bize de uygulamaya kalkıyor bazı yabancı dil uzmanı geçinen yazarlar. Yabancı dilde öyle ama bizde öyle değil bu iş, beyler hanımlar! Bizde tür adları yani cins isimler küçük; kişi, kuruluş, kurum yani tek olan varlıkların adları, özel isimler büyük harfle yazılır. Bu yazım kuralını da ilköğretim bitene kadar herkesin öğrenmesi gerekirdi…
Kesme işaretini kullanmada da bir karışıklıktır gidiyor. Gerekmedikçe özel adlara eklenen çoğul ekleri, li, gil gibi ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.En önemlisi dil adlarına gelen ekler ayrılmaz. Türkçemiz, Fransızcaya…gibi.
Ses düşmelerinde de kesme işareti kullanlır. N’oldu? Karac’oğlan …gibi.
Bizde siyasetçilerimiz bile bu dili yozlaştırma akımına kapılmış, uluorta yabancı sözcükleri kullanıyorlar. Kemal Anadol , TV’ye canlı yayında bağlanmış:”Flaş demeçlerle gündemde kalmak!”diyordu.
TRT, çocuk kanalına reklamlar almış. Adres veriyor:”Dabılyu dabılyu, dabılyu, terete çocuk nokta kom.” Mübarek kanal sanki Türk Devleti’nin değil, Amerika’nın ılımlı islâm kanalı! Her verdikleri reklam İngilizce sözlerle, İngilizce adlı ürünler. Her gösterdikleri film yabancı çeviri film. Her isim yabancı, her okunan ve gösterilen yazı yabancı dilden, yabancı dilin harf okunuşuyla…Duyduğum gibi yazıyorum, okuyun bakın:
“Çocuk poni…Halfiys arabalar süpriz paketlerde…Madagaskar penguenleri hemifil kutularında…Ülker sımortten altı mini basketbol…Maks çubukları…Yopo ayıcık yumuşacık şeker…Foriyıl yavru kedi…Yumuşacık maçmilop…Kızlar, maylidıl poniden minik poli arabası…Birazdan Zula devriyesi, Zula Patrol…Oskar’a sor, Nano Çocuk’un maceraları…”
Yine ,çocuklara bir program, adı:”Bu ne bu?”
Mumdan figürler şu sesleri çıkarıyorlar: Bu…bu…ne…ne…Özellikle « bu » sesi Türkçe’deki “bu” sesiyle, « bu » sözünün vurgusuyla değil, yabancıların çıkardıkları”bu” sesiyle veriliyor… Türk Hava Yollarının yaptığı son reklam filmine ne demeli ?
Yabancı bir tenisçi kadın. Adı dilimizde olmayan ama bölücü maşaların can simidi gibi sarıldıkları W (çift v ) ile yazılmış. Kadın sömürge ülkesinde gezinir gibi başı yukarda, gururla gezinirken arkadan İngilizce tanıtım şarkısı çalınıyor.
Bir gün Kanal D’deki “Doktorum” programını izliyordum. Hasta hakları için dilekçe yazmayı gösterdiler canlı yayında. Üniversite bitirmiş meslek sahibi genç bir konuk bayan tahta başına geçti. Uzman da dilekçeyi yazdırıyor. O ne? Tahtaya geçen bayan yazıyı büyük harflerle yazmaya başlamasın mı? Değil dilekçe, hiç bir yazı, eğer tabelâ yazısı, duyuru yazısı gibi özel bir yazı değilse, hem büyük harflerle yazılmaz, hem de o şekilde bitirilmez. Rica ediyor bayan bu dilekçede. Şöyle:” Tüm hasta dosyamın bir örneğinin bana verilmesini rica ederim.” Üst makamlara durum bildirilir, arz edilir, rica edilmez. Üst makamlar rica eder.
Bir iki tane de yetişmiş gençliğin Türkçesinden örnek vereyim:
Adam, internette sosyal paylaşım sitesinde mesaj tahtasına yazmış:
“aglamayı bilmeyen gözler sevmegide bilmez!” Tut kelin perçeminden denmez de ne denir şimdi? Söze küçük harfle başlamasını mı yazalım? Yumuşak g harfini bilmemesini mi? De bağlacının ayrı yazılacağını bilmemesini mi? “SöyLe kaç hafta yaşanıor aşk dedikleri”
Bu da bir başka mesaj tahtası yazısı. Açıp bakıyorsun sayfayı, bunu yazan yüksek öğretim görmüş. Bu da bir moda şimdi. Bir küçük harf, bir büyük harf kullanarak kelimeleri böyle garip bir şekilde yazmak.
Yine bir haber okumuştum, gençler hakkında: “Gençler için internet, “Facebook ve MSN” demek!”diye başlık atmışlardı. Liseli gençlerin, bilgisayarı, yüzde elli üç oranında yukarıdaki sosyal ağlar ve mesaj yazmak için kullandığı; ödev yapmak, araştırma yapmak için kullananların oranının ise yüzde on üç olduğunu yazmışlardı. Şimdi bu yukarıdaki MSN sözünü, baş harflerin okunmasıyla oluşturulan bu sözü çoğunluk mutlaka İngilizce okumuşlardır.(Em es en diye.) Niye Türkçe okuyamıyorsunuz bunları hiç düşündünüz mü acaba? Dilimizde, yabancı sözcüklerin yazımıyla ilgili de kurallar var: Latin harflerini kullanan ülkelerle ilgili özel adlar, özgün biçimleriyle yazılır. Goethe (Göte), Schiller(Şiller)…Pasteur(Pastör) gibi. Bu isimlerin okunuşları parantez içinde gösterilir. (Önceleri bu isimlerin okunuşları doğrudan yazılı metinlerde kullanılabiliyordu.) Öbür dillerden( lâtin alfabesi kullanmayan) gelen yabancı sözler Türkçedeki söylenişleriyle yazılır. Tolstoy, Eflatun, Konfüçyüs…gibi. Bir takım kent ,ırmak, dağ, kişi adları dilimize Türkçe biçimiyle yerleşmişlerdir. Londra, Viyana, Münih, Napolyon, Sen Nehri vb. gibi… Sayıların yazımında da çok yanlışlık yapılıyor. Sayılar yazıyla yazılırken her birim ayrı yazılır. İki bin on yılı. Üç yüz altmış beş gün… Sayılar ek aldıklarında da kesme işaretiyle ayrılırlar.
Sayı sayarken kişiler tane diye sayılmaz, bir de bunu çok duyuyorum. Üç kişi gördüm, denir, üç tane kişi görülmez. Üç asker, beş kadın, yetmiş iki milyon insan…
Kısaltmaların okunmasında ve yazmasında da keşmekeş yaşanıyor. Kısaltmaların okunmasında adın açılmış şekli değil, harfleri okunur,ona göre de ek alır. TBMM kısaltmasının açılışı: Türkiye Büyük Millet Meclisi. Okunuşu, “ te be me me.” Ek aldığı zaman, örneğin ismin e halinde bu kısaltma kaynaştırma harfi „y“yi de alarak şöyle yazılır: „TBMM’ye“ „TBMM’ne diye değil. NATO, yabancı dilden bir kısaltmadır. Şöyle ek alır: NATO’da, NATO’ya…
Kısaltmalara nokta işareti konmaması son yıllarda yaygınlaşmaktadır. Bazı kısaltmalarda ise nokta kullanma gereklidir: Dr. (doktor), bk. (bakınız), vb. (ve benzeri) , krş. (kuruş), prof. (profesör) Bazıları da noktasız yazılır ve küçük harfle: cm (santimetre), mm (milimetre) g (gram), kg (kilogram). Bazı önemli kısaltmalar, büyük harfle yazılır: TC (Türkiye Cumhuriyeti), TDK (Türk Dil Kurumu), THY (Türk Hava Yolları), PTT (Posta, Telgraf, Telefon), TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri)…
Türk Silahlı Kuvvetleri: TSK
Buradaki „K“ harfinin “ke” şeklinde okunması lâzım. Türkçemizde bütün sessiz harfler „e“sesli harfinin yardımıyla okunur çünkü. Ama nasıl olduysa oldu bu harf “ka “ şeklinde okunuyor son yıllarda. Özellikle PKK terör örgütünü okurken ikiye ayrılıyoruz. Bölücü yandaşlar, „pe ke ke „diyor, biz, „pe ka ka“ diye okuyoruz.
Sözü nereden aldım, nereye getirdim. Aslında bu yazıyla dil sevgisini, dilimizin milletimizin birliği için önemini, Atatürk’ün dilimizle ilgili sözlerini, çalışmalarını ve günümüzde dilimize yapılan ihanetleri yazacaktım. Artık bir başka yazıya…
Şimdi hepinize bir teklifim var: Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin bu baş bölümünü denemek için yazın ve yazdırın bakalım. Sonucu da yorum yazarak bizlerle paylaşın…Sonuçları saklamadan, kaç yerinde yanlış yaptınız, ne yanlışlarıydı, açıkça söyleyin.( Baştan yedi-sekiz satırlık bölüm bu deneme için yeterlidir.)Bu vesileyle, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni baştan sona, doğru imlâsıyla buraya alıyorum:
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki âsil kanda, mevcuttur!
Gazi Mustafa Kemal // Nutuk- Söylev,Türk Tarih Kurumu Basım Evi, 1987 basımı.
Feza Tiryaki, 5 Şubat 2011
İLK KURŞUN
Ek Açıklama:
Gazi Eğitim Enstitüsü ilk Cumhuriyet kurumlarından biridir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifiyle orta öğretime Cumhuriyet öğretmenleri yetiştirmek için kurulmuş çağdaş bir eğitim yuvasıdır.
İlk kuruluş adı: Orta Muallim Mektebi(1926)
Sonraki adı: Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü (1929-1948)
Sonraki adı:Gazi Eğitim Enstitüsü (1948-1982)
Şimdiki adı:Gazi Üniversitesi
Murat Aygen • 2 yıl önce
Sevgili Fezâ, karından-konuşarak güzel güzel şeyler söylemeğe “şiir” denir. Ben de karından-konuşarak yüksek siyâset yaparım. Yazdıklarımı anlamanın kolay olmadığını da gaaayet iyi bilirim. Tiyatro sanatçısı kızım bana herkesin içinde “sen yüksek sanat yapıyorsun abi, biz senin yazdıklarını anlamıyoruz” dedi, çok mutlu oldum. Ancak anlayanlar da hiç az değil hani. Google’da “Arthus Miller, Harold Pinter” karakter-dizisini (çifttırnak içinde) aradığımda, bu http://www.ilk-kursun.com/2011... blogunu birinci sayfaya taşımış olduğumu gördüm (senin yazından da böylelikle haberdâr oldum). Bu benden çok, Türkçe’nin zaferidir. Bu düzeye gelebilmen için mübârek gazete Cumhuriyet’i 40 yıl okuman ve o “Ölü Ozanlar Derneği” filmini de mutlaka izlemen gerekir, bilmiş ol. Sağlıcakla kal..
***
Feza Tiryaki • 2 yıl önce
Murat Aygen affedersiniz ama ben sizin yorumunuzu anlamadım. Türkçe bilim diline yetmiyor mu diyorsunuz? Oktay Sinanoğlu hocamız bunları duysa da cevap verse... Türkçenin nasıl bir bilim dili olduğunu anlatsa... Sonra bu civan dedikleriniz dostlarınız mı? Yoksa alay ediyorsunuz da ben mi anlamadım bu civanlarla? Hem BOP rümuzuyla verdiğiniz soykırım anıtı neyin nesi? BOP burada neyin açılımı? Elini öpecekleri "Baba" kim ve dökülecek inciler ne? Yorumun altında yazdığınız dördü yabancı biri Türk olan isimlerin ortak yanı yanılmıyoram Kürtçülük yapmaları, Türkiye’nin Doğusu ve Güneydoğusu ile bir başka ilgilenmeleri ve üstelik ikisinin de nobelli kahraman(!) Pamuk’un dostları olmaları...
Yazıda adı geçen yabancıların tamamı Yahudi. İlgileri Kürtçülük ..
Bana bu durum çok ilginç geldi.
Açıklama yaparsanız sevinirim...Meraktan da kurtulurum...
Meraklısına ekleme: Bu adlar ve bu adların geçtiği bazı gazete haberleri:
Arthur Miller- Harold Pinter-Haluk Gerger, Noam Chomsky
Harold Pinter, Arthur Miller ve Pamuk  Harold Pinter, 1985 yılında meslektaşı Arthur Miller ile 12 Eylül baskısı altındaki aydınlara destek olmak için Türkiye'ye gelmişti. Bu seyahatinde Pinter'ı Radikal gazetesi yazarı Gündüz Vassaf ve Orhan Pamuk karşılamıştı. Vassaf o günleri şöyle anlatmıştı: "Gelmeden önce Pinter'ın sert, esprisiz biri, Miller'ın ise ağırbaşlı, oturaklı olduğunu düşünüyordum. Ancak ikisi de tersi çıktı. Ankara'da ABD Büyükelçisiyle tartışmalarını liseli iki muzip çocuk gibi anlatmışlardı. Pinter, İngiltere'ye dönüşünde de 'Dağ Dili' adlı bir oyun yazmış ve dili dillerinden alınmış, dillerini konuşmaları yasaklanmış insanların, Kürtlerin hikâyesini anlatmıştı. Dili dillerinden alınmışlar üzerine bir oyun olduğu için tabi ki dünyanın en kısa oyunu oldu. Pinter'ın oyunları için absürd denebilir. Ancak iletişimsizliğin içinde seyirciyle ne kadar iyi bir iletişim kurduğu hissedilir." (Radikal)
Haluk Gerger’in bir yazısından:
"kemalist-şovenist-militarist odağın nasıl terbiye edildiğini görüyoruz; eski günlerin tam bağımlılık-tetikçilik günlerine çekme ameliyesi “ergenekon operasyonu” ile gerçekleşiyor.
Noam Chomsky ilebir gazete haberi
ABD'li ünlü düşünür ve dil bilimci Noam Chomsky, DGM'ye ifade vermek ve iki panele katılmak üzere İstanbul'a geldi. Ziyaret çerçevesinde akademi ve medya dünyası ile Sivil Toplum kuruluşlarının temsilcileri ile bir araya gelecek olan Chomsky, İstanbul ve Diyarbakır'da "Medya ve Demokrasi", "11 Eylül ve İletişim" ve "Uluslararası Hukuk ve Ortadoğu" konulu konferanslar verdi. Diyarbakır'daki konferansı sırasında Chomsky'nin Kürtçe eğitim ile ilgili sarfettiği sözler hakkında DGM soruşturma başlattı.
***
Murat Aygen • 2 yıl önce
Arapça’yı Arapça, Almanca’yı Almanca, Türkçe’yi de Türkçe yapan sözlüklerindeki sözcüklerin %-kaçının has-evlat olduğu değil, fakat gramer kuralları ve sözdizimidir. Ben İngilizce’mi İngilizce matematik kitapları okuyarak ilerlettim. Bir de Türkçe (yüksek) matematik kitaparındaki patolojik sözdizimlerine bakın ki, işte o zaman dersiniz aaah! Celal Bayar evinin hemen yanındaki o kurumun binasını BOP Etimolojik Soykırım Müzesi yapacağız. Bundan böyle Arthur Miller, Harold Pinter, Haluk Gerger, Noam Chomsky gibi arsıulusal civanlar geldiklerinde, önce Baba’nın elini öpecekler sonra da bu Müze’nin defterine inciler dökecekler.
***
Murat Aygen • 2 yıl önce
Dil seni sevmeyeni sevmede lezzet mi olur? Olsa da böyle muhabbette hakikat mi olur? YEK CiHET olmaz ise(k) dilde muhabbet mi olur? Aldanıp sevmeyeni can vererek sevmemeli. Aklını başına al herkes için olma deli!! Sabite Tur Gülerman, Kalan Müzik Ltd. Arşiv Serisi CD 127, track 17
***
süleyman Çiçek • 2 yıl önce
Yazı içerik olarak güzel ama çok ayrıntı var ve de çok uzun olmuş.Açılan Parantez asıl konudan daha uzun olunca yazının girişide unutuluyor.
***
nlb • bir ay önce
Klavyemde Turkce harfler olmadigi icin ozurle... 1- Turk dilinde, "ke" ve "ka" ile nitelenen iki degisik k sesi vardir. Bunlarin ikisi de ayni harfle temsil edildigi icin, insanlar tam olarak ne zaman "ke", ne zaman "ka" kullanacaklarini bilemeyebilirler.
2- Hitabedeki virgul kullanimi bana kendi icinde tutarsiz geldi; bir gun eger bir imla klavuzu yayinlarsaniz ilgiyle okurum.
***
Musa Kâzım Çağlayan • 2 yıl önce
ilk kurşuna da yazılarını gönder diyen dostlar adına yazıyorum. harikasınız. "harikayı arayanlarız" aynı zamanda muhalif.com' dan Musa Kâzım Çağlayan ben. birkaç kez denedim, yazdım da size. başarısızım. ilşetişimden de anlamam, aslında tembelliğimdir. işiniz zor. İŞİMİZ ZOR.... saygılarımla..
***
Murat Aygen • 2 yıl önce
Hocam, bir not da benim döktürdüklerime lutfeder misiniz? Bu Google (ve benzeri arama-motorları) yazarı ister-istemez en doğru sözdizimlerine yöneltiyor. Yazdıklarınızın rating'ini ölçmek istiyorsanız, kullanacağınız anahtar sözcükleri ve bunların sırasını sıfır hata ile yazmış olmanız şart!!
***
Ceysu Aygen • 2 yıl önce
Sevgili İlk Kurşun Gazetesi,
Yorumumu yayınlamadığınız için size bir şey diyemiyorum çünkü sanırım ben asabiyetle tepkilerimi kuralların dışında verdim. Sizi hiç rahatsız etmek istemem ama son bir ricam olacak bana olumlu ya da olumsuz geri dönerseniz çok sevinirim. Feza Tiryaki'nin e-mail adresini bana vermenizde bir sakınca var mıdır? Eğer yoksa ben sizden o hanımın mail adresini almak isterim. Çok teşekkürler.. Ceysu Aygen
***
NURİ BABA • 2 yıl önce
Feza Hanımefendi ; arasıra karalamaya çalıştığım yazılarımda yaptığım hataları yinelememek için, özen göstererek yazdığınız bu yazıyı, sürekli yararlanma adına arşivime keyifle kaldırdım... Bu sayfalarda tartıştığınız kişiye yanıt verebilecek düzeyde değilim...Zira ben, o kişinin sanatçı kızının bile anlayamadığı sözleri veya yazıları anlayacak yetkinlikte değilim...Buna en somut kanıtı olarak da, adını andığınız Orhan Pamuk isimli Nobel ödüllü romancımızın kitabının, tüm çabalarıma karşın altmışıncı sayfasından ileri gidemediğimi gösterebilirim... Feza Hanımefendi ; sizinde çok iyi bildiğiniz gibi, bir ülkeyi yoketmek için nükleer saldırıya gerek yoktur...O ülkenin dilini bozun ve anlaşılamayacak hale getirin ve sonuçte dili yokedin ve göreceksiniz ki, ülke sessizce yok olacaktır... Anlaşılamayan veya anlamakta zorluk çekilen yazıları yazmak bir ustalık veya büyüklük göstergesi olsaydı eğer, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz gözümüze ne kadar da küçük görünürlerdi değil mi ? Bizler yine de "Mübarek Cumhuriyet"i okumayı sürdürelim...Hiç olmazsa, her sözcüğünde yetmiş anlam olan kitaplardan daha kolay anlayabiliyoruz...!!! Feza Hanımefendi, elinize emeğinize sağlık...Verdiğiniz bilgiler için derin saygılarımı sunuyorum...
***
Emin EĞRİ • 2 yıl önce
Çok emek vererek hazırladığınız bu güzel yazının müşterisi ne yazık ki;okuma sevgimizle parelellik taşımaktadır.Az okuyan bir millet olduğumuzdan bu yazı da(uzun olduğu için) az okunacaktır.Gerçekte ise Türkçeyi özümseyen,seven ve bir şeyler öğrenmek isteyenler için güzel bir kaynaktır. Türkçemizin bozulmasında en büyük etki basılı yayınlardaki karmaşadır.Bilhassa günlük gazetelerde,bu işi detaylı bilmeyen editörler olunca yazım ve imla hataları da çok olmaktadır.Her gün gözlemlediğim bir durum olmasından dolayı üzülüyorum.Bu gün,SÖZCÜ gazetesinde gördüm,hayret ettim.Aynen şöle: ::Sıfırdan hayata atılan.. Hayalleri ile ürettiği fikirleri gerçekleştirip...Bunu dünya ülkelerine kabul ettiren...Ve
::Türkiye'yi yurt dışında en üst seviyede temsil eden... Başarılı işadamlarından biri olduğu için de Cumhurbaşkanı tarafından.. ::Bakanlar kurulu'nun onayı ile Yüksek Liyakat Madalyası ile onurlandırılan ÜNAL AYSAL başarı formülünü de açıklıyor... Cümleler bitmeden kesik durumda yeni parağraflar açılarak yazılan,Türkçemiz kuralları ile alakasız bir ana sayfa haberi! Böyle bir Türkçe olamaz!.. Ben bunları gördükçe;ne yazık ki,normal eğitimli vatandaşların hatalarını yadırgayamıyorum.Hele internet ortamındaki felaket derecede bozuk Türkçe kullanımı başlı başına sorun.
***
Feza Tiryaki • 2 yıl önce
Bazı kendini bilmezlere en güzel ceza susmaktır, duymazdan gelip aldırmamaktır.
Bunu yaparsam , tanımadığı bir kişiye sanal âlemde adıyla ve sen diye hitap edebilen, bu görgüden mahrum birine, tiyatrocu kızının kendisine abi diye hitap ettiğini kendi elleriyle yazan birine yaptığı ukelâlığı da başka türlü anlatamazdım...
Size 40 yıl daha Cumhuriyet okumalar..Ben almayayım....
***
Emin EĞRİ • 2 yıl önce
Türkçe,millet olduğumuzun belgesidir.Her ülke için de böyledir.Ne yazık ki Devlet eliyle adeta güzel Türkçemizi yok ediyoruz.Hele,hele Türkçe öğretmenlerinin yetersizliği,yetişen nesillerin Türkçe hassasiyetinden uzaklaşmasına neden olmaktadır.Her şey eğitimle olacağına göre,Türkçe eğitimi de lâyıkıyla yapılsa her şey daha güzel olacaktır.
***
mert • 2 yıl önce
Emeklerinizin boşa gitmediğini ve kaç yerde yanlış yaptığımı sizinle paylaşmak istedim. Hergün yazın lütfen,sizi takip etmek benim için ders niteliğinde.Bu satırları ailem adınada yazıyorum .YENİ YAZILARINIZI BEKLİYORUZ.
***
Feza Tiryaki • 2 yıl önce
Değerli Süleyman Çiçek, eleştirinizde haklısınız. İki üç yazı olabilecek bir konuyu aynı başlıkta anlattım. Bu benim tarzım bir bakıma.
Kısa , insanları şöyle bir oyalayacak, tabiri caizse , söz biraz argoya kaçacak ama," insanın gazını alacak "yazılar yazamıyorum.
İstiyorum ki bir yazı okununca bilinmeyen bir şey öğrenilsin. Bilinen bir şey ise bu, bilinmeyen ayrıntısı öğrenilsin. Yeni bir ufuk açılsın...Tek başına yapılabilecek kişisel bir araştırmaya gerek duyulmadan o araştırma okuyanın ayağına gelsin...Zamanın altın olduğu günümüzde zaman iyi kullanılsın. O zamanı, zamanı az olanlara, yazanlar gönüllü olarak hediye etsinler...Bir konuyu yazan, fedakârlık yaparak yani kendi zamanını okuyan için kullanarak, okuyana hizmet etsin...
Yazımda Türkçemizin neden hedef olduğunu düşündürmek isterken asıl çok sık yapılan yazım yanlışlarına dikkat çekmek ve bu yanlışları yapmamak için doğrusunu göstermeye çalışmıştım.  Bunu okumak- açılan uzun bir parantezi okumak gibiyse -üzgünüm, emeklerim boşa gitmiş demek ki...

23 Kasım 2012 Cuma

TÜRKİYE’DE KİM, NEDEN DARBE YAPAR?..

TÜRKİYE’DE KİM, NEDEN DARBE YAPAR?..
By Konuk Yazar on Dec 14, 2008 in CHP, DARBE, DEMOKRASİ
Yazar: Emre Er
Doğal seyrinde her üst yapı bir alt yapının sonucu olarak ortaya çıkar. Bir üst yapı kurumu olan parlamento batı demokrasilerinde burjuvanın iktidara ortak olmak için kullandığı bir araçtır. Çok sonradan modernleşmeye çalışan Türkiye’de ise hiçbir sosyoekonomik alt yapısı olmaksızın bürokrat sınıf tarafından kurulan parlamento yine aynı elit tarafından kapatılagelmiştir.  
Parlamentonun sosyoekonomik alt yapısı 
Her üst yapı bir alt yapının sonucu olarak doğar. Üst yapı siyasal sistem, yasalar, sanat, eğitim sistemi gibi toplumun yönetilmesinde ya da şekillendirilmesinde kullanılan araçların tümüdür. Alt yapı ise üretim araçlarının kim tarafından kontrol edildiğine bağlı olarak oluşur. Tarıma dayalı feodal sistemde tarım alanlarına sahip olan derebeyler ekonomiyi dolayısıyla da alt yapıyı kontrol eder. Böyle bir ekonomik sistemin sonucu da beylerin kendi topraklarında tek egemen olmasıdır. Soylu sınıfının egemenliğinin ortadan kalkması için öncelikle sahip olduğu üretim araçlarını kaybetmesi ya da tarımdan daha fazla değer yaratan başka üretim araçlarının ortaya çıkması gerekir.  
Feodal yapıda üretim araçlarının el değiştirmesi gelişen ticaret, sanayi ve finans sektörlerine soylu sınıfının dışındaki aktörlerin el atması ile oldu. Aslında burada da garipsenecek bir durum yoktur. Gelecek kaygısından uzak refah içinde yaşayan bir soyludan gelişmekte olan yeni alanlara yatırım yapması beklenemez. Ancak hiçbir malı mülkü olmayan geleceği soylunun dudaklarından çıkacak iki kelime ile kararabilecek köylüler, elbette ki kendilerini kurtarmak için arayışlara gireceklerdi.  
Tarım dışında yüksek gelir elde etmenin önü coğrafi keşiflerle açıldı. Amerika kıtasının keşfedilmesi, deniz yolu ile Hindistan’a kadar ulaşılması sayesinde Avrupa’ya değerli taşlar aktı. İspanyol denizcilerin getirdiği bu taşlar İspanyol ekonomisini enflasyonla tanıştırıp krize sürüklerken, parayı yatırımcı ile buluşturarak onu üretime kazandıran finans sistemleri, Hollanda başta olmak üzere birçok ülkede gelişti. Tahmin edileceği üzere finans kurumlarının sahipleri de soylular değildi. Teknolojik gelişmeler sayesinde seri üretimin ortaya çıkması, makinelerin icat edilmesi ile bir başka üretim aracı daha ortaya çıkmış oldu. Ticaretten ve finanstan kazanılan para bu sefer sanayiye aktarılıyordu. Bu üç üretim aracı sayesinde gelişen burjuva sınıfı asla tatmin olmuyordu; çünkü onun geleceğini garanti altına alacak tek şey kazandığı parayı tekrar daha verimli bir şekilde yatırıma dönüştürmesiydi.  
Yeni ortaya çıkan ve ekonomi içinde hakim duruma gelen üretim araçlarını elinde bulunduran burjuva sınıfı siyasal mekanizmada da söz sahibi olmak istedi. Devlet onun verdiği vergilerle yönetilirken bu vergilerin nereye harcanacağı ona sorulmalıydı. Günümüzde bütçenin parlamentoda görüşülerek kabul edilmesi işte böyle bir gelişmenin sonucudur. İngiliz kralı I. Charles 17. asırda burjuva parlamentosunun vergi koyma ve devlet harcamaları hakkındaki kararlarına uymayınca, iki taraf arasındaki savaşı Oliver Cromwell komutasındaki burjuva ordusu kazandı. Kral yargılandı ve başı kesildi.  
Burjuva sınıfı siyasete parlamento aracılığı ile katılmıştı. Parlamentonun yetkileri her geçen gün daha da arttı. Bir süre sonra parlamento içinden seçilen kabine sayesinde burjuva sınıfı kralın yasama yetkilerinden sonra yürütme yetkilerine de ortak oldu. Baş kesme vakası etkili olmuş olacak ki sonraki krallar yetki devrine bir daha çok sert muhalefet edemediler. 
Türkiye’de parlamento 
Türkiye’de parlamento bürokrat sınıfın padişaha dayatması sonucu ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet döneminde parlamento bürokrat sınıfın kurumu olmaya devam etmiş, onun meclisteki temsilcisi CHP uzun yıllar ülkeyi yönetmiştir. Ancak 1946′da çok partili sisteme geçilmesiyle, 1950′den itibaren kabinenin CHP dışında bir parti tarafından oluşturulması devletin üzerindeki hakim bürokrat sınıfın parlamentoya olan bakışını değiştirmiştir. Bürokrat sınıf açıkça dile getirmekten çekinse de köylü çoğunluğun seçtiği parlamento fikrinden soğumuştur. 
Demokrat Parti CHP’nin yarattığı burjuvazinin partisiydi; ancak dayandığı sosyoekonomik sınıf çok zayıf olduğundan oylarının çoğunluğunu sisteme tepkili köylüler oluşturmaktaydı. DP, tabanını modernize etmek için kaynaklarını yoğun bir şekilde tarıma ayırsa da tarım burjuvazisi yaratmak o kadar kolay değildi. Nitekim 27 Mayıs 1960′da darbe olduğunda İngiltere’dekinin aksine Türkiye’de bu kez hakim sınıf henüz yeterince palazlanamamış burjuva sınıfının başını kesiyordu. İngiltere’de olduğu gibi Türkiye’de de çatışmayı kazanan taraf diğer tarafa korku salmış ve bu sayede bürokrat sınıf, devlet kurumları üzerindeki egemenliğini günümüze kadar sürdürmüştür.  
Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzü modernleşmeye dönük olduğu için geçen zamanda ülkenin dış ticaret hacmi arttı, krizlere rağmen bankacılık sistemi gelişti ve sanayi büyüdü. 1980′lerden başlayarak yapılan liberal reformlar sayesinde devlet, üretim araçlarının kontrolünü özelleştirmeler yoluyla burjuvaya bırakmaya başladı. Her özelleştirme bürokrat sınıfın üretim araçları üzerindeki kontrolünün zayıflaması ve üst yapıyı şekillendirmesini sağlayan gücünü yitirmesi manasına da gelir. Diğer yandan ticaret, finans, sanayi burjuvazisi üretim araçları üzerindeki kontrolünü git gide artırmakta ve dolayısıyla siyaset üzerinde daha talepkar olmaktadır. Büyük burjuvazi temsilcisi TÜSİAD ile küçük burjuvazi temsilcisi TOBB’u her geçen gün kitle iletişim araçlarında daha sık görmemizin nedeni de burada yatmaktadır.  
Türkiye’de parlamento gerçek alt yapısına kavuşuyor. Bugün alt yapıdaki el değiştirme hızla gerçekleşirken, onun üst yapıyı değiştirmek için uyguladığı baskıya ve devlet kurumlarına hakim sınıfın buna tepkisine şahit oluyoruz. 
Hayat paylaşınca daha güzel...
***
SİZ KARAR VERİN.....
14 Yorum
Yazan: Murat Aygen 
C.H.P, askeri darbelere, 12 Eylül 1980 darbesinin yegane “mağdur”u S.Demirel kadar karşıdır. O dururken, darbecilerden, C.H.P veya bir başkası hesap soracak değildir. “Darbe yanlısı” olmadığını kanıtlamak için Ufuk Uras, Akın Birdal ve Fikri Sağlar’ı baş tacı etmek mi gerekiyor?
Yazan: Murat Aygen 
Darbeler, ülke yönetimine, Amerikalılara (bırakın toprak satmağı) tapulu arazisini hibe eden Ahmet Vefik Paşa fikriyatını hakim kılmak, üniversite ve bürokrasiyi bu fikriyatı kavramaktan aciz kimselerden arındırmak, v.b. maksatlarla yapılıyor olmasın?
Yazan: Seviyesiz, Gerçekten çok makul sebeplermiş. Keşke her hafta darbe yapılsa.
Yazan: Eyyamcı, Ne sandın yavrum? rektörlerin, gazete sahiplerinin, kitle partisi liderlerinin yap (a) madıkları “temizliği” darbeler yapıyor..
Yazan:Emre Er 
Murat Bey; Keşke darbecilerin bahsettiğiniz gibi ideolojik bir hayat görüşleri olsaydı. Darbeciyi ideolojiden ziyade çıkar ortaklığı bir araya getirir. Türkiye tarihi boyunca darbeler arasında benzer ideolojik yaklaşımlara bu nedenle rastlamayız. 60 darbesi çok özgürlükçü bir anayasa yaparken 82 anayasası devleti öne çıkarır.
Yazan: Murat Aygen 
60 darbesi çok özgürlükçü bir anayasa yaparken, 82 anayasası devleti öne çıkarır
Laf mı bu yani? Halkın hukukunu, halkın müktesebatını (herkesin hayal hanesinde istediği anlamları yükleyebildiği muğlak bir kavram olan) “kalkınma” önünde engel telakki eden TUSiADCI aydınlara özgürlük tanımak yığınların özgürlüklerini kısıtlamaktır. Asıl özgürlükçü anayasa (cumokların “siyaseti ayağa düşürdü” diyor olabilecekleri) 1982 anayasasıdır. Böyle biline.. LA REPUBLIQUE N’A PAS BESOIN DE SAVANTS; ÇA IRA, ÇA IRA, LES ARISTOCRATS A LA LANTERNE; ÇA IRA, ÇA IRA, . .
Yazan: Murat Aygen 
Şu günlerde olmakta olan herneyse, mahiyeti şu haberle biraz daha açıklığa kavuşmuş olmalı:
Bunun üstüne “Barış Gönüllüleri”nin gelmeleri de pek muhtemeldir. 1960 ihtilalinden sonra Ankara Amerikalı akınına uğramıştı. 48 yıllık Kavaklıdere sakini olarak tanıklık ederim ki, her apartmanda en az bir Amerikalı aile ikamet ederdi.
Yazan: Murat Aygen 
Affedersin bazen sapıtıyorum, öyle saçma sapan lâf ediyorum, İLKER BAŞBUĞ geldi kapatıyorum, “trust him” diyorsun telefonda sen; liderlik ne kadar kolaymış meğer, Fuller’in kadrini bilseydik eğer, kim ne derse desin çekmeğe değer, “trouble” diyorsun telefonda sen; bu gece misketi çaldırmaz mıyım? ülkeyi ayağa kaldırmaz mıyım? sesini duyup da çıldırmaz mıyım? “be quiet” diyorsun telefonda sen 
Yazan: Murat Aygen 
 “Türkiye’de kim neden darbe yapar?” El cevap:
Yani “bilim, bilim” diye azanları zapt-u rapt altına alamak için NETEKiM. Mektubunda diyorsun ki “gel gayrı”, “Dönergeç” döner dönmez ordayım 
yeni yeni c.t.sadıklar, sadıklar, sadıklar, . . cımbızlayın ha eyi cımbızlayın, tsk’dan önce sayıştay özelleştirilmeli: “WELCOME Arthur Andersen, WELCOME Price-Waterhouse-Cooper, WELCOME Peat-Marwick, WELCOME, WELCOME . .” diye diye dilden oldum way way, baha baha gözden oldum, . 
Yazan: Murat Aygen 
My “WELCOME, WELCOME” cry is echoed in the “Kitap” annex of the semi-official daily Cumhuriyet today. See the interview with “Doyen” Certified Public Accountant Mr. Arman Manukyan in page 8. The public authorities must then discharge its first-page columnist Mr. Balbay upon this gesture.
Yazan: Baran Durmaz
Terör KISKACINDA TÜRKİYE OLİGARŞİ Mİ? DEMOKRASİ Mİ? “Terör kıskacında Türkiye, ismindende anlasıldığı üzere Türkiye;nin yakın Tarihine başka bir amaçla bakmayı amaçlıyor Terörü kendi kendi doğallığı içerisinde ortaya çıkmış bir ifade biçimi olarak değil de bir bir ülkeyi istenen istikamete doğru çekiştirmenin bir yönetimi olarak görünüyor ne zaman kendi kanatlarıyla uçmaya kalksa Türkiye rengi-kokusu ağırlığıyla Temel özellikleri değişse bile karşısına hep Terör çıkıyor bir ara “ideolojik” amaçla yapılırken ya da “mezhep çatışması” biçiminde kendini gösterirken daha sonra “etnik” bir havaya bürünüyor Terör Asala oluyor pkk oluyor… sonuç aynı Türkiyede hep ülkede darbe karşısına çıkan Türkler Terör yüzünden soruluyor GöLgEm & DmX SuNDU..!
Yazan:Şemsettin Bingöl 
12 eylulu yasamadım ama sonucları hayatımı tum yonlerıyle etkılıyor.yok ve benzerı tepeden ınme kurumlar hayatımızı egıtımden ışe sosyal hayata kadar etkılemektedır.
Yazan:şemsettin bingöl 
12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin birçok tur ardından Cumhurbaşkanı’nı seçememesi ve 6 Eylül günü Konya’da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şerîat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği Kudüs Mitingi gösterildi
ÖNEMLİ!...
Formun Üstü: Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez. Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.
Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)
Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın. Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.
Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi. Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın. Formun Altı

17 Kasım 2012 Cumartesi

CHP'li Hurşit Güneş Açıkladı...

O Para Nereye Gidiyor?  CHP'li Güneş Açıkladı: Örtülü Ödenek Harcamaları Olağanüstü Rakamlara Ulaştı!
(a.a) 12 Kasım 2012 - 15:13
CHP Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş, örtülü ödeneğin olağanüstü rakamlara ulaştığını ileri sürerek, ”Başbakan bunun açıklamasını, kamuoyunu rahatlatacak şekilde yapmalıdır” dedi.
Güneş, düzenlediği basın toplantısında, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda örtülü ödenekle ilgili düzenlemelerin de yer aldığını belirterek, yasada, örtülü ödeneğin ”kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri, devletin itibarının gerekleri” için kullanılabileceği, ayrıca genel bütçenin binde beşini geçemeyeceği sınırlamasının bulunduğunu anlattı.
Örtülü ödeneğin, bütçede ”gizli hizmet giderleri” altında yer aldığını hatırlatan Güneş, ”2005 yılında gizli hizmet giderleri 85 milyon lira iken, 2011 yılında 391 milyon liraya çıkmış. Bu nasıl çıktı, niye çıktı, nereye harcandı, ne oluyor? Rakam buraya çıkınca, Türkiye iç savaşta mı başka ülkeyle savaşta mı endişesi duymak zorundayız. Eylül sonuna kadar 9 ayda 870 milyon para harcanmış. Olağanüstü bir rakam... Yasadaki binde beş sınırı geçilmiş değil. Ama bu sınır, Cumhuriyet tarihinde ilk kez çok yüksek bir seviyeye geldi” dedi.
Güvenlik mal ve hizmet alımlarında da olağanüstü artış olduğunu ileri süren Güneş, şöyle konuştu:
”2012 yılı için 1,5 milyar liralık ödenek ayrılırken, ilk 9 ay itibarıyla 2 milyar liranın üstünde harcama yapılmış. Burada gizlenmiş bir kalem var. Başka bir yerde de örtülü ödenek olarak gizlenmiş kalem var. Biz bunun hesabını sormak zorundayız. Örtülü ödenek ilk 9 ayda MİT’in bütçesini geçmiş vaziyette. Kepazeliğe bakın. Başbakanlığın bütçesine yaklaşmak üzere. Önemli bakanlıkların bütçesini geçecek örtülü ödenek olabilir mi? Bu, önemli siyasi
sonuçları çıkacak bir konu. Önümüzdeki yıllarda da sürecek bir konu...AKP iktidarı devrildiğinde başına bela olacak bir konu. Kimse bana TSK’nın silahlarını, uçakları, tankları aldık demesin, Milli Savunma Bakanlığı’nın bütçesi ortada. O değil. Bu ne, bunun altında siyaset mi, Suriye mi, başka türlü ilişkiler mi var? Bu rahatsız edeci bir durumdur. CHPolarak bunun peşinde olacağız. Başbakan bunun açıklamasını, ayrıntı düzeyinde olmasa bile bizi,
kamuoyunu rahatlatacak şekilde yapmalıdır.”
Güneş, ”Öngörünüz ne?” sorusuna, ulusal güvenilik ve ulusal çıkarın dışında bir örtülü ödenek harcamasının kabul edilemeyeceğini belirterek, ”Bu kadar büyük rakam yapacaksınız, bunun hesabını vermeyeceksiniz, bu olmaz. Başka ülkeyle savaşa girdiğinde bile sınır var. Türkiye savaş durumunda değil ama kanundaki sınıra yaklaşıyor. Kabataslak bir tahmin olur ama ben Katar ile Suudi Arabistan’ın yanı sıra Türkiye’nin de Suriye’deki muhaliflere çok ciddi silah yardımı yaptığını düşünüyorum. Ama yanılıyor olabilirim. Çünkü örtülü ödenek...” karşılığını verdi.
Güneş, idamla ilgili soruya karşılık, CHP olarak her türlü idama karşı olduklarını belirterek, ”Ağırlaştırılmış müebbet hapis olması gerekir. Öcalan’ın tecrit dahil ağırlaştırılmış müebbet hapsinin değiştirilmesini istemem. Bir insanın yaşamının doğal yollardan son bulmasını arzu ederim. Devletin bir insana verebileceği en büyük ceza, bir daha özgürlüğe kavuşamamasıdır. İdam bir kurtuluştur, onun için müebbet hapis adil ve insani bir cezadır” dedi.
(Etiketler : Hurşit Güneş, CHP, örtülü ödenek, Başbakan Erdoğan) 
YORUMLAR:
 Toplam 4 yorum var, 4 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.
Misafir: MURAT AYGEN 
"Kapitalist" kod-adlı örtülü ödenek mûtemetlerinden hiç söz eden yok. 
1960'lı yıllarda Sovyetler Birliği'nde böyle örtülü ödenek mutemetleri (Kızıl milyarderler) türemişti. Aralarında Türkler de vardı. IMF kapıya dayandığında sokağa dökülecek profesyonel devrimcileri (!) böyle "kapitalistler" (!!) beslerler. 
Dinsizin hakkından imansız, “kapitalist” kod-adlı örtülü ödenek mûtemetlerinin besledikleri profesyonel devrimcilerin hakkından da (yurtdışı) petrol rezervi yeddieminleri gelir. 
İnadına Y.Ö.K.! Murat AYGEN

Misafir
13 Kasım 2012 Salı 09:02
Örtülü ödenek olmasa başarılı ve yıldız dış politikamızı nasıl yürüteceğiz? Baksanıza bölgemizden bütün ülkeler ağzımızın içine bakıyor. Bu örtülü ödenekler nereye gidiyor, Libya'ya bavulla para vermiştik. Sonrakiler nereye gitti?

Misafir
13 Kasım 2012 Salı 00:03
ohooooo. bay güneş ve muhalefet uyanmış. akp liler örtülü ödenekten gemicik filolarını da kurdular, pırlanta mağazalar zincirini de. hem daha neler neler. tabi ayrıca BOP un çok önemli unsuru olan müslüman biraderler de desteklendi.

Misafir
12 Kasım 2012 Pazartesi 17:31
gemiciklere,yandaşlara
***
http://www.turktime.com/haber/O-Para-Nereye-Gidiyor/199218/